İlk defa bir şehri görüp gezmek dışında farklı bir amaçla yola çıkıyoruz. Amacımız 7 gün süren Avrupa’nın en büyük müzik festivali Sziget’e katılmak ama fırsat buldukça Budapeşte turu da attık tabii. Budapeşte bizi şoka sokan hatta hasta olmamıza sebep olan yağmurlu ve soğuk bir havayla karşıladı. İzmir’de 37 derecede havale geçirirken gece 9 dereceyi alışmak pek mümkün olmasa da hava bir kaç gün sonra gündüz 25, gece 15 derecelere gelerek keyifli bir şehir turu atmamıza yardımcı oldu.
Avrupa Birliği’nde olmasına rağmen kendi para birimini kullanan Macarlar yüzünden gezimizin önemli bir kısmı para birimine alışmakla geçti. Yani gidince paraları Forint’e çevirmek gerekiyor ama bunu havaalanında değil merkezde yapmanız daha karlı olacak. Bu arada taksilerde ve pek çok yerde euro harcayabilirsiniz ama size biraz masraflı olacaktır. Ben Yapı Kredi’nin anlaşmalı bankası UniCredit’ten forint çekmeyi tercih ettim. Merkezde ve AVM’lerde bolca ATM bulunuyor ve komisyon alınmıyor. Yuvarlak hesap 100 Forint 1 TL. Binliklere bakıp bakıp alışmaya çalışmak ise paha biçilemez;)
Budapeşte’deki evimiz 13. bölgede. Bahçeli evler ve tertemiz huzurlu sokaklar arasındaki evimizi Airbnb’den kiraladık. Festival sebebiyle merkezdeki evler tükendiğinden veya fiyatları çok yükseldiğinden böyle bir seçim yaptık ama gayet memnun kaldık. Budapeşte’de otobüs, metro, tramvay ve bot gibi pek çok toplu ulaşım seçeneği var. Biz 4 kişi olunca en çok metro ve taksi kullandık. Taksi ücretlerini aşağı yukarı görmek için şu siteyi kullanabilirsiniz. Bu arada metroda bilet makineleri İngilizce seçeneğinde sadece banka kartı seçeneğiyle çalışıyor. Macarca’ya çevirince nakit paranızla bilet alabilirsiniz. İngilizce menüde adımları ezberleyip geçiş yapın, bu kıyağımı da unutmayın;)
Gelelim Macar halkıyla iletişim çabalarımıza. Çok turistik yerler dışında pek İngilizce bilen yok. Taksi şoförleri hiç dil bilmediği gibi pek suratsız. (son günkü teyze hariç) Aslında genel olarak suratsız ve kabalardı sanki:/ Tabii şunu eklemem gerek işin içinde şans ve bulunduğunuz bölge faktörü de var tabii. Biz bu sefer biraz şanssızdık sanırım.
Budapeşte’ye gidiş amacımız festival olunca şehri doya doya gezemesek de simgesel yapılarını ve birkaç ünlü mekanına uğradık tabii ki. Keşifler bu sefer pek orijinal olamasa da en azından sevdiklerimi ve sevmediklerimi özetlemiş olurum. İlk gün St. Stephen Bazilikası ile tura başladık. Görmeye değer bulduğum kiliseye kapıda bağış yaparak girebiliyorsunuz.
Bu bölgede meşhur Parlamento Binasını ve çevresini gezerek Sziget Festivali’ne geçiş yaptık. Parlamento Binası’nın yanındaki banklardan Buda tarafına ve Tuna’ya şöyle bir bakıyoruz. Yine bu çevrede Nazi katliamında öldürülen Yahudiler için yapılmış bir anıt ve öldürülenler için oluşturulmuş duygu dolu bir hatıra köşesi bulunuyor.
Sziget’e gitmenin en güzel yolu merkezden giden botlar. İçerisinde bar ve tuvalet bulunan teknelerle yarım saatlik bir Tuna Nehri gezintisi yaparak festival alanına vardık. Bu arada Sziget Festivali notlarımı ayrı bir postta ve kanalımdaki ayrı bir videoda paylaştım. Yani festivali merak ediyorsanız hemen oraya ışınlanmanız gerekecek.
Parlamento Binası çevresinde oldukça fazla cafe ve restoran da bulunuyor. Yoruldukça kısa bir mola verebilirsiniz. Şehir turumuzun ikinci bölümüne meşhur Zincirli Köprü’den (Chain Bridge) Buda tarafına geçiş yaparak başladık.
Kale bölgesine çıkmak için 1870’lerden kalma Füniküleri kullandık. Çıkış ve iniş için toplam 18 bin Forint ödeniyor. Eğer vaktiniz ve enerjiniz varsa yürümek çok mantıklı ama biz çekim yapabilmek için binmeyi tercih ediyoruz ama inmiyoruz orası ayrı 😀
Neyse Kale Bölgesi şehrin seyir terası yani selfie çubuğunuz olmadan burada bir hiçsiniz. Şehre yukarıdan bakıp çeşit çeşit poz verdikten sonra geziye devam ediyoruz. Aklımız hep fesitvalde kaldığından burada bulunan müzeleri ve binaların içini es geçerek kısa bir turla şehrin en büyüleyici iki yapısına geçiş yapıyoruz. Bu arada kale bölgesindeki evler ve caddeler güzel kareler yakalamak için birebir. Yani sadece bir gününüzü bu bölgeye ayırmalısınız. 18. yüzyılın izlerine sahip bu bölge UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alıyor ve trafiğe kapalı.
Neo-gotik mimarisiyle büyüleyici olan St. Matthias Kilisesi ve Fisherman’s Bastion bölgenin en turistik yapıları. Halen düğünlerin ve kutlamaların yapıldığı kilisede bizde birden fazla gelini görme şerefine eriştik. Fisherman’s Bastion bölgeyi savunan cesur balıkçıların anısına yapılarak ismini de buradan almış. Üst katına çıkmak ücretli olsa da bize bir üst kata çıkmak için para vermek çok gereksiz geldi. Zaten Avrupa’da gezdiğimiz bütün şehirlerde bir yerlere çıkmak için gereksiz paralar veriliyor. Gezin, görün ama çıkmasanız da olur bence;)
Yeme-İçme
Şehri gezmek için ayırdığımız son günümüzü mekancılığa ayırıyoruz. Her gittiğim Avrupa şehrindeki takıntım tarihi kafelere gitmek. Budapeşte’nin efsanesiyse New York Cafe. Aslında burası muhteşem bir saray ve saraya giderken şehrin Yahudi mahallesinden geçiyoruz. Burada muhteşem tarihi binalar arasından yürürken Endülüs mimarisinden örnekler taşıyan Büyük Sinagog’u da görebilirsiniz.
New York Cafe’nin dışı da içi kadar ihtişamlı. İçeride piyano eşliğinde kahve ve tatlı keyfi yaparken kendimizi saraylı gibi hissetmeye çalışıyoruz ama kıyafetlerimiz müsaade etmiyor. Neyse fiyatlar tabii ki ucuz değil. Kahve ve tatlıya yaklaşık 15 euro ödüyoruz ama bence değer, sonuçta saraydayız.
Saraydan çıkıp yürürken karşımıza çok önerilen sosisçi TöLTö çıkıyor. Kendilerine “Sausage Maker” diyen TöLTö bunun hakkını fazlasıyla veriyor. Biftek etinden, domuz etinden ve ördek etinden yapılmış özel sosisleri ve sosları seçiyorsunuz. Izgarada itinayla pişirilen sosisin üzerine eklenen soslar ve özel yapım ekmekle sosisli sevmeyen benim bile aklım başımdan gidiyor. Bu arada çıkan her sosisli resim gibiydi söylemem gerek. Yani Instagram paylaşımı için bile TöLTö’ye gidilir, o kadar.
Budapeşte’nin bir ruin pub yani harabe bar efsanesi var: Szimpla Kert. Ivır zıvırla dolu, bitmeyen detaylarla Instagram’a bir senelik malzeme çıkartacak bu şahane bara uğramadan olmaz. Budapeşte’deki eski binalar avlularıyla meşhur. Birkaç binanın içine girip avlulara göz gezdirmelisiniz. Szimpla Kert’e de detaylarla dolu bir avludan giriş yapıyorsunuz. Ben tüm binayı gezdim ve mutlaka tamamını gezmenizi tavsiye ederim. Özellikle eski eşyalara ve geri dönüşüm projelerine meraklı olanlar için burası çok ilham verici olacaktır. Gelmişken mekanın kendi craft biralarını da tadabilirsiniz.
En meşhur Macar yemeği sanırım Gulaş çorbası. Bizdeki salçalı, patatesli et yahninin aynısı. Pek çok yerde içebilirsiniz. Bazıları kasede bazıları ekmek içinde servis ediliyor. Bunun dışında ismini telaffuz etmenin imkansız olduğu Kürtőskalács adında çok meşhur bir tatlıları var. Pişirilmesi ve görünümü açısından kokoreçe benzeyen bu hamur tatlısının vanilyalısını karamellisini falan yapıyorlar. Aklınızı başınızdan alacak bir lezzet olmasa da bir ara öğünde denenebilir.
Gelelim ünlü Macar içkisi Unicum’a. Şehirdeki tüm marketlerden uygun fiyatlara bulabileceğiniz Unicum, içilebilen zehir olarak açıklanabilir. Bitki özlerinden yapılmış olması ağızda rezalet bir etki yaratmadığı anlamına gelmiyor. Ekşi sözlük yorumlarına bakınız veya Eser’in eşsiz halini izleyiniz:D Sziget Festivali’ne katılacaksanız Macar yemek ve içkilerini festival alanında deneyebilirsiniz.
Bir diğer ünlü Macar içkisi de yine kokusuyla bile huzursuz eden ama kendisine likör denilen Palinka. Yani benim gibi tatlı içki sevenlerin bunlarla işi olmaz ama oraya kadar gitmişken birer shot atarsanız en azından bir ciğerleriniz açılır;)
Budapeşte’nin gecesini ise mutlaka görmeniz gerekiyor. Aydınlatılan ünlü binalar ve köprü çok masalsı bir görüntü oluşturuyor. Işıklar tasarruf amacıyla gece 01:00’de kapatılıyor. O zamana kadar Budapeşte gecelerinin tadını çıkarmaya bakın. Kısa bir şehir turu atabildiğimiz için alışveriş ve iyi bir restoran önerisi veremiyorum ama yine bir Tiger bulup dalarak kısıtlı da olsa alışveriş yapma şansını elde ettim. Budapeşte’de özel tasarım dükkanları ve farklı mekanları keşfetme şansımız hiç olmadığından hediyelik hatta hatıralık parçalar bile alamadan döndük. Ama Sziget Festivali o kadar keyifliydi ki, o anlar sanırım herşeye değer;)
Dönüş yolculuğu bize yakışır şekilde gerçekleşti. Eşi metal müzik grubunda gitarist olan taksici teyze “music ok?” diye gülümseyen bir tavırla sesi kökledikçe kökledi. Sabah 6:30’da kahve içmeden metal ezgilerle dolu 45 dakikalık eşsiz taksi yolculuğumuz uykusuzlukla beraber bizi Nirvana’ya çıkardı. Kendine iyi bak taksici teyze, bitirdin bizi:(
Not: Sanırım yaşlandıkça kısa yazı yazma özelliğimi yitiriyorum. Giderek her yaşadığını gereksiz detaylarla anlatan ninelere dönüşmeye başladım. Buraya kadar okuduysanız ayrıca teşekkürü bir borç bilirim.