Gezmenin bir tutku olduğu söylenir ama bağımlılık yaptığına dair bilgi veren olmamıştı. Artık üzerimde gezmediğimde oluşan bir suçluluk duygusu oluşuyor. Gerçi bu duygu benim hayatımın bir parçası. Aynı duygu Youtube’a video çekmediğimde veya bloga yazı eklemediğimde de benimle. Neyse bugünkü konumuz Endülüs.
Aslında Endülüs gezisi demek pek içime sinmiyor çünkü bu bölge muhteşem eserler ve şehirlerle dolu. Açıkçası Toskana gibi karış karış gezilesi bir yer. Ancak zaman ve para gibi önemli iki unsur yüzünden kısa bir Endülüs turunun ardından Portekiz’in iki kentini daha görerek ülkeye dönüş yaptık. Şu an gerçek hayata yeni adapte olmaya başladım desem yeridir ama etkisi geçmeden geziden bahsetmem gerek.
Kış aylarında Avrupa’nın güneyini keşfetmek bence en doğru seçim. Daha önce aynısını İtalya’da ve Barselona’da da yapmıştık. O yüzden soğuktan gına gelen bu seneyi Portekiz gezisiyle taçlandırmak isteyip uçak biletlerine bakınmaya başladık. Euro’nun 4 TL’lere yaklaşması ve 4,5 saatlik uçuş süresi Portekiz biletlerinin biraz külfetli olmasına yol açıyor. Bu yüzden neredeyse geziyi iptal edecekken o cazip tur reklamlarına takıldık. Böylece bizim biletleri alamadığımız fiyata hem Portekiz’i, ucundan biraz da Endülüs bölgesini gezmiş olduk. Tur konusuna hep şüpheyle yaklaşanlardanım. Benim gibiyseniz şunu unutmayın, kimse sizi tura bağımlı kılmıyor. İstediğiniz yerde ayrılıp istediğiniz yerde vaktinizi geçirirsiniz. Bizim tur maceramızda böyle başladı, ve kendimizi bir anda Granada’ya ışınlanmış olduk. Her ne kadar turumuz Malaga’ya iniş yapıp şehir merkezine inmiş olsa da herhangi bir yeri 1 saat görmüş olmak benim için sayılmadığından size Malaga’dan bahsetmeyeceğim. Onun yerine yorgunluk ve uykusuzluktan ruh gibi dolaşıp gezdikçe sokaklarına ısındığımız Granada’ya geçiyorum.
Granada
Burası çingenelerin mekanı. Çingene gecelerinde ve sokaklarda Flamenko yapılıyor. Kentin gençleri ise ara sokaklardaki barlarda ayakta muhabbet ederek sabahlıyor. Buranın en önemli durağı kuşkusuz Elhamra Sarayı ama oraya birazdan geleceğim.
Kısa Granada turunda ise ara sokaklarda kaybolup çingene mahallesine tırmandık. Elhamra’yı karşımıza alıp gece nasıl göründüğüne baktık. Oturduğumuz ilk yerde Sangria’ları yudumlayıp yorgunluğumuzu unutmaya çalıştık. Kalabalık tapas barları Sevilla’ya bırakıp,rahatça oturup soluklandık. Burada kapalı çarşıyı gezip sokaklarda alışveriş yapabilir ve sokaklardan yükselen müziğe kulak verebilirsiniz.
Elhamra Sarayı
Gelelim Elhamra meselesine. Öncelikle turun en önemli avantajlarından biri Elhamra gibi giriş biletleri kara borsaya düşen bir yere sizi şıp diye sokuvermesi. Elhamra muhteşem ve büyüleyici. Elde işlenmiş duvarları içerisinde kaybolup Endülüs mimarisini iliklerinizde hissedebilirsiniz. Ama tek bir sorun var;hiç bitmeyen Japon turist kafileleri yüzünden burayı fotoğraflamak gerçek bir işkence. Elhamra Sarayı’na gidecekseniz önceden bilet almayı ve yarım gününüzü buraya ayırmanız gerektiğini unutmayın.
Sevilla
Şimdi gelelim bizim için gezinin en keyifli adresine yani Sevilla’ya. Barcelona’da güzel tapas arıyorsunuz ya burada öyle birşey yapmanıza gerek yok. Çünkü önerilen veya önerilmeyen tüm mekanlarda yediğimiz tapaslar şahaneydi. Yine bölgenin en önemli avantajı et yani genelde domuz ürünleri kadar balık ve deniz ürünlerinin de çok lezzetli olması. Marine edilmiş ızgara kalamarları unutamıyorum. Ayrıca yine burada hem zeytinyağı hem de tereyağı inanılmaz lezzetli. Şarküteri ürünleri bol çeşitli. Yani Sevilla’da bol Sangria’lı, bol tapaslı şahane duraklar sizi bekliyor.
Sevilla Katedrali’ne çok yakın olan Cerveceria Giralda çok turistik görünmesine rağmen çok çeşitli ve çok lezzetli tapaslar hazırlıyor. Ortalama tapas fiyatları 3 euro civarında.
Tatlı konusundaysa bu bölge aşırı yumurtalı ve şekerli tatlılarıyla pek bana hitap etmiyor ama her mevsim dondurma sevenler için Bolas isimli dondurmacıyı önereceğim. Kendine özgü tatlarıyla bizim kalbimizi çalmayı başardı.
Sevilla’nın en ünlü iki tarihi yapısından biri Sevilla Katedrali, diğeri ise Alcazar Sarayı. Elhamra’yı gördüğümüzden ama en önemlisi az zamanımız olduğundan Alcazar’ı es geçip muhteşem kiliseye giriş yapıyoruz.
Sevilla Katedrali dünyanın en büyük gotik kilisesi. İçerisi altın işlemelerle ihtişam dolu. Kilisenin çan kulesi La Giralda’ya tırmanmak isterseniz Sevilla’ya üstten bakarak devasa çanların altında selfie çekebiliyorsunuz:)
Kardiyo yapmak isteyenlere kesinlikle tavsiye ediyorum. Kulenin yüksekliğinin 104 metre ve yaklaşık 40 kat tırmanma gerektirdiğini hatırlatayım:) Yukarı tırmanınca sizi bekleyen 360 derecelik muhteşem Sevilla manzarası için değer tabii. Benim hala favori gotik kilisem, siyah beyaz sütunlarıyla Siena’daki Duomo.
Kilisenin çevresi tapasçılar ve kaybolanası dar sokaklarla dolu. Kentin en karakteristik yapıları daracık sokaklarıyla Santa Cruz mahallesinde. Aralarda portakal ve turunç ağaçları, yine işlemeli karolar, renkli binalar arasında kaybolma zamanı. Bu arada 12 Mart’ta hava 27 derece civarındaydı yani buraya yazın gelenleri ayrıca tebrik ediyorum. Gölgede 50 derece civarı olduğu söylendi:/
Şehrin ihtişam akan bir diğer görülmesi gereken yeri Plaza de Espana. Aslında burası Expo için inşa edilmiş devasa bir yapı ve meydan. Bu meydanda Atlas Okyanusu’nu temsilen akan suda kanoyla gezinti bile yapabilirsiniz. Çiniler, devasa yapılar, at arabaları ve kanolarıyla Plaza de Espana bir ihtişam gösterisi gibi.
Sevilla sadece Endülüs’ün değil Flamenko dansının da başkenti. Sokaklarda flamenko izleme şansınız var ama bunun dışında pek çok mekanda özel gösteriler yapılıyor. Barcelona’da izlediğimizi de silmek istemem ama şehrin büyüsüne kapılıp izlediğimiz flamenko çok etkileyiciydi. Bunun için pek çok mekan var tabii ki. Bizim tercihimiz Centro Cultural Flamenco “Casa de Memorial” oldu. 1 saatlik gösteri için 18 euro ödedik ancak bu mekanların hemen hepsinde bilet numaralı yer satışı yok yani önden izlemek için 20 dk önce kapıda beklemek gerekiyor. Bu arada gösteri sırasında fotoğraf ve video çekmeniz yasak ama sonunda sosyal medya bağımlıları için çekim yapabileceğiniz kısa bir gösteri daha yapıp biz turistlerin kalplerini kazanıyorlar:)
Sevilla sokaklarında çok güzel evler ve dükkanlar sizi bekliyor ama Pazar günü değil. Pazar günü alışveriş hayali kuranlar benim gibi kapalı dükkanlarla karşılaşabilir. Yani Yunanistan’ın siestası gibi buralarda da hayat Pazar günleri ve belli saatler arasında askıya alınıyor. Ama ilk kez burada gördüğüm Parfois markasının aksesuarları hem fiyatları hem de tarzlarıyla keşfedilmeye değer. Mutlaka bir göz atın derim;) Aynı mağaza Porto ve Lizbon’da hatta Porto havalimanında da var.
Sevilla neredeyse tüm Avrupa şehirlerinde olduğu gibi ortasından nehir akan şehirlerden. Bu nehrin karşı tarafına Ponte Isabel II’den geçerek Triana bölgesine de bir göz attık. Pazar günü köprünün altında özellikle el yapımı ürünler satan küçük standlar vardı ve hiç fena değillerdi;)
Bu bölgede tesadüfen önümüze çıkan Santa Ana Kilisesi’nde de sürpriz bir ayinle karşılaştık. Ayin daha önce sadece filmlerde gördüğümüz müzikli ve eğlenceli bir Pazar ayiniydi:) Biraz çekim yapıp sokaklara geri döndük.
Aynı köprüden tekrar karşıya geçip şehir merkezine doğru adımlamaya başlayınca Sevilla’nın 12’gen askeri gözlem kulesi Torre del Oro’nun manzarasında soluklanma fırsatı bulduk.
Bu arada modern yapılardan hoşlanıyorsanız ve Instagram’a ilginç fotoğraflar çekmek isterseniz mutlaka Antiquarium’un dışını görün derim. Ayrıca serinlemek ve soluklanmak için de süper bir durak.
Bu arada Granada ve Sevilla gezimiz boyunca oteller dışında neredeyse hiç İngilizce konuşan birilerine denk gelmedik ama tipimiz gerçek bir İspanyol olduğundan anlamadığımızı söylesek de kimse İngilizce diline geçiş yapmadı:) Ama beden dilimiz iyidir ve İspanyolların da beden dilleri hiç fena değildi.
Sevilla çok daha fazla keşfedilecek harika bir şehir ancak Portekiz bizi bekliyor. O konuyu bundan sonraki yazımda anlatacağım. Bu arada Youtube için çektiğim vlogu da bir ara editlemem şart.
Harika bir yazı gezmiş kadar oldu. Başka gezdiğiniz yerler varsa acilen bekliyorum diğer yazıları
Saygılarımla