Lizbon’dan sonra Portekiz’in daha küçük ama çok sevimli bir şehrine daha geçiş yapıyoruz, Porto.
Turumuz Portekiz’in 3 küçük kasabasıyla başladı. Bunların ilki Orta Çağ kasabası Obidos. Dar sokaklar boyunca bolca Ginja tüketebileceğiniz kasaba bölgenin en iyi korunan adreslerinden olduğundan oldukça rağbet görüyor.
Her ne kadar San Gimignano ile karşılaştırdığımda çok sönük kalsa da taş sokaklar arasında kaybolmak ve kentin kendine has kilisesi ve kalesini görmek için mola verebilirsiniz. Çikolatadan yapılmış shot bardaklarında servis edilen Ginja’dan ata ata kasabadan hafif çakır keyif bir şekilde ayrılma şansınız da var;)
İkinci durağımız Atlas Okyanusu kıyısında bizi bekleyen Nazare. Devasa sörf dalgalarıyla meşhur olan Nazare’de bizi dev bir kumsal ve mevsimden ötürü sörfçüler olmasa da insan canlısı martılar karşılıyor.
Sahilde martıları besleyip bölgenin meşhur şaraplarının tadını çıkardık. Devasa olmasa da etkileyici dalgaları izledikten sonra sahil boyunca sıralanan balık restoranlarından birine kurulup ahtapot, kalamar keyfi yaptık. Bu çevrede sanırım her tür deniz ürünü çok lezzetli, biz hiç kötüsüne denk gelmedik.
Turumuzun son durağı ünlü Fatima şehri. İnanç turizminin yoğun olduğu bölge ben de sadece çok iyi pazarlanmış bir bölge izlenimi yarattı ve etkileyici bir detayla karşılaştığımı söyleyemeyeceğim. Hatta hatıralıklardan modern kilisesine kadar her şey oldukça suni görünüyordu.
Neyse akşamüstü saatlerinde bizi artık turunculaşan gün batımıyla Porto karşıladı. Lizbon’dan sonra daha küçük ve daha az karmaşık bir şehre gelmek açıkçası bize çok iyi geldi. Bu yüzden şehri İzmirliler’in çok seveceğini düşündüm hemen.
Porto yine Lizbon gibi yokuşun ve dolayısıyla inişlerin çok olduğu bir şehir. Bu yüzden tırmanma için kullanılan asansörlerin yanında yine tuktuk’larla ulaşımın yoğun olduğu bir bölge. Yokuşlara rağmen görülecek durakların pek çoğunun yakın oluşunun yanı sıra şehirde güçlü bir raylı sistem var. Yani ulaşımla ilgili hiç problem yaşamadık desem yeridir.
Porto azulejos diye bilinen çini işlemeleriyle meşhur. Her ne kadar Lizbon’da bunun örneklerini görsek de Porto’nun meşhur Sao Bento tren istasyonu bu konuda farklı bir yere sahip. Büyüleyici detayları görmek için istasyona dalınca bizim gibi pek çok turistin de keşifte olduğunu görüyoruz.
Bu seramik mi desem fayans mı desem sanatının daha pek çok farklı örneğiyle de şehri gezdikçe karşılaşıyoruz. Muhteşem renklere ve desenlere kendinizi hazırlayın. Mesela, Saint Ildefonso Kilisesi her detayıyla görmeniz gerekenlerden.
Porto Katedrali ve katedralin bulunduğu meydanın şehir manzarası başka bir büyüleyici detay. Porto katedralinin içi de yine abartmışlar dediğimiz altın detaylarla dolu. Katedralin meydanında yakın ilişki kurabileceğiniz hatta size biyometrik poz veren martılar sizi bekliyor olacak;)
Porto’da öyle bir kütüphane var ki buraya girmek için kişi başı 4 euro ödeyip hiç pişman olmuyorsanız. Eğer amacınız gerçekten kitap almaksa bu ücreti size kasada iade ediyorlar. Neyse şehrin efsanevi kütüphanesi Livraria Lello neo-gotik mimarinin bir örneği olarak inşa edilmiş. Art Deco stiliyle dekore edilen kütüphanenin ahşap detayları gerçekten büyüleyici. Tek sıkıntı yine kalabalıktan ve bizim gibi sürekli fotoğraf çekmeye çalışanlardan dolayı kendini biraz kötü hissetmen. İçeride gerçekten kitaplarla ilgilenen sayısıyla maalesef düşük. Neyse o konuları es geçiyorum ama burası bence şehirdeki en önemli duraklardan.
Eğer ki Livrario Lello’ya giderseniz çevresindeki tasarım dükkanlarına da duyarsız kalamayacaksınız. Bu çevrede hem el yapımı ürünler hem de tasarım ürünler satan şahane dükkanlar var. Ben hediyeliklerimin pek çoğunu buradan toplamayı tercih ettim. Fiyatları biraz yüksek kalsa da 43 Branco farklı bir ürün gamı sunuyor. Almada 13 sürprizlerle dolu. Dükkanı karıştırırken en arkada bizi çok tatlı bir kafe ve pavlova cenneti karşılayınca mola vermek mecburi oluyor tabii.
Bu çevrede talan edebileceğiniz vintage dükkanlar, kafeler ve tasarım dükkanları bolca mevcut. Güzel bir Karaköy kafası yaşamak için buralarda vakit geçirmek şart.
Yeme – İçme
Şarabıyla meşhur bir şehirdeyiz ve çok daha önemlisi burası her detayıyla şarap kokan bir şehir. Şehri bölen nehrin karşı kıyısı Gaia bölgesinde şarap fabrikaları ve tadımlarıyla meşhur. Nehirdeyse şarap fıçıları taşıyan tekneler adeta Instagram’a fotoğraf çekin diye sizi bekliyor. İki yakayı birbirine bağlayan Ponte Luis I köprüsü size hem yukarıdan hem de aşağıdan geçiş imkanı sunuyor. Köprünün ayaklarıysa keyifli restoranlarla dolu. Burada hem Porto şarabının tadına bakıp hem de balık veya et yemeklerine gömülebilirsiniz.
Buralar yani Riberia Meydanı ve çevresi yine şahane binaların yanısıra restoranlarıyla ve sokak müzisyenleriyle meşhur. (yani bence) Nehir kenarında güneş batarken gördüğüm cıvıl cıvıl kalabalık bana İzmir’i hatırlattı. Yani bence İzmirliler buraya bayılır.
Biz gayet sempatik görünen Chez Lapin isimli bir restorana oturup, bir de utanmadan turist menüsüne gömüldük. Eser domuz yahnisini hindi zannedecek kadar gözü dönmüşken ben sebze çorbası üzerine hayatımda yediğim en büyük ama en lezzetli somonu bitirmeye çalıştım ama olmadı. Neyse menü çok başarılıydı bence, yolunuz buralara düşerse önerebilirim.
Şarap tadımı için çok doğru biz sezonda değildik sanırım Gaia bölgesi oldukça boştu ama biz de şarap konusunda pek bilgili olmadığımızdan bu adımı es geçmeye kararlıydık. Bunun yerine şarap kokteylleri yapan Sandeman’da oturup gün batımı fotoğrafları çektik. Bunu dışında Porto’da Lizbon’da tattığımız hemen her şeyden bulma şansınız var. Yani daha detaylı fikir edinmek için o yazıya da bir göz atın bence;)
Porto’da aynı Lizbon’da olduğu gibi sokak sanatının güzel örneklerine de rastlayacaksınız. Sokakları keşfederken fotoğraf çekmek için bolca mola vermeye hazır olun yani. Böylece kısa Endülüs ve şahane bir Portekiz turunun sonuna geldik. Sorularınızı ve kendi deneyimlerinizle yorum kısmında benimle paylaşırsanız harika olur;)